***BORSA, ENDEKS, HİSSE, FOREX TEKNİK ANALİZLERİ***ETKİN SOSYAL MEDYA KULLANIM BİLGİLERİ***ÜCRETSİZ ONLINE SEO DERSLERİ***GÜNCEL YAŞAM İÇ VE DIŞ SİYASET DEĞERLENDİRMELERİ***

Yoksa Siz Hala..



Aşağıda yazdıklarımın gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur.. Tamamen hayal ürünüdür. Ciddiye almayınız.




ABD Borsası'nın 
11 Eylül 2001 öncesi performans grafikleri vardı bir ara önümde. Baktım öyle çizgilerine.. 

Renkleri severim. Mayıs 2000'lerde kırmızılar artmış 2001 ilk çeyrekten itibaren çizgiler kardiyo moduna geçmiş. Bitmiş büyük yatırımcıların işleri borsada.

Her nedense aynı zamanlarda altının "altın" yıllarının başlangıç sinyalleri yanmaya başlamış.

Tesadüf tabi.

Vakit.. 9/11'in hemen arefesi..

Yahu coni kendini vurur mu.

Vurmaz mı?

Vuran coniyse El Kaide yapmamış olur.. mu?

Matematik çalıştım sonra biraz. Basit eşitlikler, denklikler öyle calculus falan değil.

El Kaide= Osama Bin Laden ise

Osama Bin Laden'in El kaide öncesi yaşamı = ABD ise

yok canım. Niye ki.

Fizik çalışmaya geçtim sonra. Terazi bile tek kefesi boşken işe yaramaz diye bir gerçekliği fark ettim.

SSCB ve doğu bloku yıkıldıktan sonra bir ara Saddam rol çaldı oyalandı coniler ama çabuk yediler onu.

Boş arkadaş kefe boş, terazi yan basıyor.

Sümüklü Bin Laden tek başına Afganistan dağlarında 10 kaplan gücündedir diye bir roman okudum sonra.

Doğu Bloku'nun yerini Bloksuz Doğu aldı. Afghanistan.

Dünyayı Los Angeles'ta başlar New York'ta biter diye bilen sıradan ABD'de vatandaşına sor Sittin sene yerini gösteremez haritada. Ama var böyle bir yer

İslam.. Hak dini.

Osamaların conilerin elinde ölçülüp biçilip hesaplanıyor. Artık tüm küffar milletler darul harptir biline diyor ordan Frankeinstein.

Cahil ABD vatandaşının daha kötü bir özelliği var. Gölgelerinden korkarlar. Artık paranoyaklaştılar 9/11 ile.

Yöneticiler değil. Onlar yaman.

Baba Bush varken Ksağı solu dövüp ekonomik ve nüfuz güçlerini arttırdı şahinler. Biz bile gaza gelip bir koyup üç alır mıyız derdine düştük. Üçün birini aldık.



Clinton sıkıcıydı. Monica da Monica.

Gitti tabi.

Oğul Bush geldi.

Ama ne geliş.. Uçak gemisine Jetle inmeler falan. Tıpkı Holywood. pehh.

Dış politika?

Magnet gitmişti, Ortadoğu'yu, Afrika'yı, hatta Batı Avrupa'yı birbirine bağlayan gomünistler yoktu.

Huntington diye biri çıkmış, Medeniyetler çatışması gibi afili sözler söylüyordu. I-ıh olmadı. Yetmedi, çatıştıramadılar medeniyetleri.

Savulun Radikal İslam geliyor, In God we Unite. Mısır, Türkiye, diğer ülkeler, siz de Unite lütfen. Sağdan sağdan..

Bir yanda öcü İslam varsa, diğer yanda Öcü olmayan İslam olabilirdi. Mümkündü, yapabilirsiniz gençler az çaba..

Buyrun, yağız bir delikanlı var, Camiler Kışlamız, Minareler Süngümüz diye bir şiir okuduğu için hapis bile yatmış. Değişebilir mi, eksenimize girebilir mi. Girer hacı niye niye girmesin. Değiştim der geçer.

İslam. Hak dini.

Şimdi; ya El kaide ya da Ilımlı İslam, seç birini. Getirildiği hale bak. En başta İslam'a reva değil.. Demedi kimse.

Alev Alatlı dedi gerçi, daha bu hesaplar yokken ortada. Uzlaşmacı karma ekonomi diye bir şey varken dedi, hiç bir fikir gerçek değildir. Her şey uyarlamadır dedi. İdeolojilerde, keskin siyasal fikirlerde uzlaşma diye bir şey olmaz dedi. Kendine dedi sadece. Evet okumuyoruz harbiden pek.

Okumak deyince nedense aklıma, zorluyorum ama tetikçi , Banu Avar gibi isimler gelmiyor gerçi. Daha kallavi isimler dönüyor kafamda. Devlet kavramıyla harbiden ilgilenmiş Platon gibi Machievelli gibi.. Ayrı..

Neyse..

Konuya dönersek. Unutun her türlü ayrılığı gayrılığı radikal fikirleri. Gelin BOP'layalım beraber. Türkiye ampülle aydınlansın, Mısır Müslüman Kardeşlik yapsın.

Eskimiş elbiseleri atalım Demirel miydi neydi o şişman adam, gitti zaten o, Ecevit yaşlı ve hasta zaten bir Derviş gönderip huzura erdiririz önce. O değil adam da kalmadı iyi mi.

Ha evet yağız delikanlı.

Ee Mısır ne olacak.

Gelir, onun da günü gelir. Mübarek eller bir süre sonra çürür.

Güzel günler, bizi bekler. Eyvallah dersin geçer gider

ABD toksik finans enstrumanlarınının pisliğini temizlemek için yeşilleri basar dünyaya saçar, biz büyürüz. Taşıma suyla.

Bop'umuz da var, oynarız.. falan..

BOP'la BOP'la bir yere kadar.

Gün gelir Attila İlhan ölür. Güzel Şiir. Gün gelir Osama ölür.

Bir Esad vardı. Sonradan Esed oldu. Bizim yağız delikanlı ile kankaydı. Rusya'ya mı kaçtı o, noldu.

Ya bırak o zaten Şii.

Evet ya Şii, Sünni. Güzel ayrım.

Her şey oyundu çocuklar, şimdi BOP'unuzu geri alma zamanı.

Sisi, oğlum ısın sahaya çıkacaksın. Kardeşlik dağılıyor.

Ilımlı İslam "tool"u (şu bizim mühimmatçı paşanın deyimiyle konuştum) miadını doldurdu.

Yağız delikanlıyı halk seviyor ne yapacağız dediği anda toy bir Dışişleri delikanlısı, arkadan ulumaya benzer bir kahkaha geliyor şişman ve kel yaşlı bir kurttan.

Yoksa siz, hala..




Site Haritası için tıklayın
0

ERGENEKON BALYOZ AZIZ YILDIRIM 17 ARALIK





Başlıkta saydığım dört konu aynı tornadan çıkmış davalardır. İlk üçü ile 17 aralık arasındaİnce bir nüans var. 

17 aralık henüz bir "operasyon"dur, "dava" boyutuna ulaşamadan, suçlanan güç odağı tarafından üstünün kapatılması çabasına girişilmiştir. 

Balyoz, Ergenekon ve Şike "dava"larının tüm aşamalarını elimden geldiğince izledim. Küçük bir iki örnekle aradaki nüans farkını anlatmaya çalışacağım.

Balyoz, Ergenekon ve Şike davalarında iddia makamı binlerce sayfalık iddianameler hazırladı. Savunma makamları ise savunmalarını yaptılar. Digital delillerde tahrifat yapıldığı belgelendi. El yazısı ile değil bilgisayar ortamında yazılmış metinlerde, yazının yazıldığı belirtilen tarihlerde Microsoft'un henüz piyasaya çıkmamış olan bir sürümünün yazı fontlarının kullanıldığı belgelendi. Çok sayıda benzer örnek var.

17 Aralık operasyonunda savunma makamında olması gereken birimlerin savunma yapmaya pek istekli olmadıklarını görüyorum. İlk emaresi, tüm zanlıların salıverilmesi. İkincisi de karşı tez olarak sadece "montaj" denmesi. Montaja sunulan bilimsel gerekçe ise Bilim bakanının "hisleri"

Masumiyet karinesinden hareketle doğru olduğunu kabul edelim. Tüm kayıtlar montaj olsun. Montaj demek, kayıtlarda duyulan konuşmaların farklı farklı konuşmalardan alınıp birleştirilmesi demek. Bu durumda, bir Başbakan'ın oğlunun gece karanlığında bir şeyleri neden bir şeylerden kaçırma gayreti içinde olduğunu anlamak zor. Yine aynı kişinin milyon dolarlık rakamları telaffuz edebilecek ne tür bir kazanç kaynağının olduğunu anlamak zor. Bir Başbakan'ın bir futbol kulübünün seçimiyle neden ilgilendiğini anlamak zor. Ayhan Başkan'ın belirttiği hususları anlamak da zor.

Sonuç olarak, net olan tek şey, aynı yapının işi olduğudur. ilk üç dava "kurgu" davalardır. 17 Aralık'ın dakurgu olup olmadığına davayı görmeden, savunma makamının savunmasını duymadan bir yorum yapabilmek imkansız.

Bir başka boyutu da şudur olayın. Esasında yargının el attığı konular tamamen boş konular değil. Davalar kurmacadır derken, davaların asıl ilgilendiği konular temelsizdir demiyorum. Söylediğim şey tam olarak şu:

Türkiye'de futbol, temiz midir? Bence değildir. 

Ancak temiz futbol adı altında bir operasyon ve dava zincirine girişip tüm klüp ve camialara karşı ortak bir inceleme başlatmak başka şey, belirli bir davayı alıp bir camia'yı ele geçirme operasyonuna dönüştürmek başka şey. Kurmaca olan, iddialar ve yukarıda tahrifatları hakkında az çok fikir verdiğini sandığım deliller

Türkiye'de askerin bir vesayet eğilimi var mıdır? Bence vardır.

Ancak vesayeti kaldırmak için çaba harcamak başka şey, önüne gelen bütün askerleri içeri almak, eski genelkurmay başkanını terörist ilan etmek başka şey. Kurmaca olan yine iddialar ve yukarıda tahrifatları hakkında az çok fikir verdiğini sandığım deliller.

İktidarda yolsuzluk var mıdır? Bence vardır.

"Ancak" ile başlayan bir cümle kuramıyorum. Nedenini yukarıda anlattım, konu bir davaya yansımadı henüz ve suçlanan taraf savunma yapmadı.



Site Haritası için tıklayın
1

DEVLET KURUMLARI GEZI'DE mi 17 ARALIKTA MI ISLEMEDI




Gezi protestolarına muhalefet edenlerin hep dile getirdikleri bir tez var. "Yakıp yıktılar, kamu malına zarar verdiler vs" hatta devletin kurumlarını şlemez hale getirdiler diyenler var, en çok bunlara şaşırıyorum. 

Bir sınıf gibi düşünün. 100 kişilik bir sınıf var.  50 öğrenci sınıftaki bir olayı onaylamıyor, karşı çıkıyor. Öğretmen bunun üzerine bu 50 öğrencinin arasına dalıp önüne geleni dövüyor. Öğrencilerden bir tanesi bu esnada sırayı deviriyor, kapıya yumruk atıyor diyelim. Protestolara katılmayan diğer 50 öğrenci bu olayı kalkıp diğer arkadaşlar sıralara, kapıya zarar verdi gibi anlatıyorsa ciddi bir algı sorunu vardır ortada.

Devlet kurumlarının işlerliği konusuna gelince. 17 Aralık sonrası dönemde işlemeyi bırakın tanımlar bile karıştı. 13. Ağır ceza mahkemesi hakimi çıkıp ben Ergenekon tahliyelerini tanımıyorum diyebildi, Emniyet ve Yargıda tarihte görülmemiş operasyonlar var. 

Geçenlerde mesela AYM Twitter'i açma karar verdi, BTK tüm gün boyunca açmayınca acaba AYM'ye rağmen açılmayacak mı diye sorabildi insanlar. Akşamüstü açmışlar en nihayetinde. 

Birisi çıktı AYM'nin kararı milli değildir dedi. Evrensel hukuk tanımları milli-gayri milli diye tanımlanır oldu:) çok örnek var, uzatır yazıyı. 

Ha bu arada tüm bunlar olurken kimse arabaları devirmedi bozmadı, sokakta tek bir eylemci bile olmadı. 

Varın siz karar verin devleti durduran kim.



Site Haritası için tıklayın
1

Atanmiş Secilmiş. Bir Turkiye Hikayesi




Atanmış, seçilmiş. Ülkeyi seçilmişler yönetmeli. Şüphesiz..

Seçim, alternatifler arasından olur. Basit mantık, sadece A, B, C, D seçenekleri varsa E seçilemez. Ülkemizde 50+ yıl geçmişe sahip sadece iki seçenek var. Bunlardan CHP'ye A diyelim, MHP'ye B. Parti isimleri değişse de siyasal çizgi bakımından 50+ yıl olanlara Saadet Partisini de ekleyip ona da C diyelim. Bdp gibi ırksal kökenli, BBP, İP gibi oy potansiyeli her daim düşük partileri şimdilik hesaba katmayalım.

Çok partili sisteme geçildiğinden bu yana A, B, C hiçbir zaman tek başına iktidar olamıyor. 

Merkez sağ diye bir kavram var. Halkımız bunu seviyor. Merkez sağı temsil eden partiler sürekli değişiyor ve bir çoğunun ömrü maksimum 20 yıl oluyor. Bu süre sonunda ya bugün DYP ve Anap gibi sadece tabela partisi olarak kalıyorlar ya da AP, DP gibi tarih oluyorlar. Merkez sağ anlayışına en yakın parti ya koalisyon ortağı oluyor, ya da tek başına iktidar.

İlginçtir, Bu merkez sağın başındaki isimler, hep tartışmalı.

Menderes, ülkeyi NATO'ya sokma uğruna canları feda edebilmeyi göze alarak dünyanın bir ucunda, bizimle ilgili olmayan bir savaşa Mehmetçik gönderiyor. İktidarı döneminde dış borç oranında büyük bir artış yaşanıyor, feci bir şekilde ABD bağımlısı bir ülke olmaya başlıyoruz.

Demirel için mason diyeninden Morrison Süleyman'a kadar bir sürü yakıştırma var. Yine hep ucu ABD'ye bağlanan söylemler.

Özal, ülkeyi küçük Amerika yapacağım diyerek sivriliyor, Baba Bush'un bir numaralı kankası. Orgeneral Torumtay'ın ilkeli duruşu olmasa o da Menderes gibi Mehmetçikleri ABD uğruna cepheye sürmeye hazır. Gerekçesi kendi ifadesiyle, bir koyup üç almak. Diplomasi teriminden çok kumar terimine benzeyen bir söylem. Dikkat ettiyseniz, kısacık paragrafta iki tane Amerika kelimesi geçti.

Erdoğan, ABD'nin 11 Eylül sonrası Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya ılımlı İslam politikasını yerleştirme politikasına müthiş uyumlu bir şekilde koyu Milli görüşçü kimliğini bırakıp, "ben değiştim" diye sahneye çıkıyor. BOP projesinde ABD ile müthiş paralellik gösteren söylemleri var, eşbaşkan olduğu dile getiriliyor ve iktidara geliyor. Bakın yine iki tane Amerika geçti yine:)

Son ABD gezisinde bir şeyler oluyor, ABD Başkanı'nın Erdoğan ile telefonda konuşurken elinde beyzbol sopası ile fotoğraf kareleri basına veriliyor sonrasında cemaat devreye giriyor, yıllardır kayıtlanan belgelenen verileri birden ortaya çıkarıyor falan. ABD eski büyükelçisi yerel seçim fikir vermez, daha önemli seçimler olacak diye cumhurbaşkanlığı seçimlerini işaret ediyor. Anladığım, bu seçimlere yönelik daha sert bir algı operasyonu yapılacağının sinyalini veriyor. Bu kez konunun muhtemelen, halkımızın hiç bir zaman bu sebepten iktidar düşürmediği yolsuzluk olmayacağı fikrine kapılıyorum. Yani D'deki aktör yine değişebilir gibi anlıyorum.

Tüm bunları aynı paralelde düşününce evet seçiyoruz biz. A, B, C aynı kalmak suretiyle sürekli D'nin seçiyoruz, ama bu D sanki birilerince atanıyor gibi geliyor bana. Dilerim yanılıyorumdur.




Site Haritası için tıklayın
0

Denge Degisimleri



Bir forum sitesinde aşağıdaki gibi bir tez savunuldu


"Hersey planlandigi gibi gidiyor. Bir dusman lider olusturamadan nasil bati blokunu biraraya getireceksin. Hatirla Saddam. Onu da onlar basa getirdi, besledi, ortam olusunca guc zehirlenmesi olusacak sekilde simartti. Kontrolden cikan Saddam kotulendi (biz bu asamadayiz). Bati kamuoyunun bir suphesi kalmayana kadar karalama, izolasyon, yalan yanlis haberler ile korku olusturuldu (buna baslanacak). Sonrasi herkesin malumu...
Demek istedigim birileri secimi kaybetmesini istemedi ki! Aksine ulke icerisindeki kutuplasma, bolunmenin de olusabilmesi icin gerekli idi. OYUN DEVAM EDIYOR.Tek alternatifi Islam bloklasmasini saglayip RUSYA ya yakinlasmak. Amerikanin son Iran yakinlasmasinin nedeni de boylece anlasildi... bu olasiligi zorlastirmak. Biz bu hamleyi yaptigimizda karsi IRAN kartini cikaracak.


Yaratılmak istenen düşman lider'den kasıt Erdoğan ise Irak-Saddam, Türkiye-Erdoğan kıyaslamasının doğru sonuçlara ulaştırabileceğinden şüpheliyim açıkçası.

Gerek uluslararası konjonktür, gerekse de beğeniriz beğenmeyiz, iyidir kötüdür, ama bir şekilde Türkiye'nin uluslararası sermaye piyasalarının batı zincirinin bir halkası olması, yani ülkedeki yabancı yatırım (borsa ve reel sektör) oranı bu kıyaslama için uygun değil.

Yukarıda belirttiklerim, işin global boyutu.






Yerel boyutta ise şu var. Saddam, en nihayetinde, diktatör gibi davranmaya çalışan, ancak yeri geldiğinde halk tepkisi ile karşılaşan, yeri geldiğinde altına imza attığı AB yükümlülükleriyle engellenen, yeri geldiğinde Anayasa Mahkemesi'nce durdurulan (örnekler çoğaltılabilir) bir lider değil, bildiğiniz diktatördü. Diktatör olmakla, sadece olduğunu düşünüp o yönde adımlar atmak ama toplum, hukuk, diplomasi vs dinamiklerince durdurulmak arasındaki fark kadar ayrım var liderler bazında.

İslam Ülkeleri bloku konusunda da şüpheliyim. ABD, İslam Ülkelerinin bir blok oluşturamayacak kadar kökten ayrılıklara sahip olduğunun en çok farkında olan ülkedir, çünkü bir takım ayrışmaları zaten bizzat kendi eliyle yönlendirmektedir.

Bir düşmana sahip olmak elbette önemli. Ve bir düşman var (dı) zaten 13 yıldan beri. 11 Eylül sonrası ABD dış politikası, radikal İslami hareketleri temel düşman olarak belirlemiş ve politikasını ılımlı İslamı yaygınlaştırmak üzerine kurmuştur. Mısır'da Müslüman Kardeşleri'nin ve Türkiye'de AKP'nin iktidar olması da bu dönemdedir.

ABD-İran yakınlaşması evet ilginçtir. Ancak aralarındaki temas acendasında, Türkiye'nin mevcut yönetimi, yeni bir düşman lider adayından ziyade, yıllardır süren Petrol karşılığı altın ticaretinde her iki ülke için hasar tespitinin belirlenmesinde adı geçen bir yönetimden öte bir şey değildir. Bizde Rıza Zarrab'ın milyon dolarlık rüşvetiyle gündemde öne çıkan bu ticaret, Rıza Zerrab'ın asıl patronlarının olduğu İran'da Zencani'yi tutuklatmış, Ahmedinecad'ı iktidardan düşürmüştür. Rıza Zerrab, bu ilişkiler zincirinde en küçük halkalardan biridir, Asıl yolsuzluk ve hasar İran'dadır ve yeni yönetim bu işin üzerine gidecek gibi.

Dünya değişir, diplomatik dengeler daha hızlı değişir. Afganistan, Taliban Afganistan'ı değil, Irak Saddam Irak'ı değil, "kötü adamlar"ın (Bin Ladin, Saddam, Kaddafi vs ) önemli bir kısmı öldü. Artık radikal islam bir numaralı tehdit değil. Radikal İslam'ın düşman kabul edildiği dönemde kritik ülkelerde iktidar olan Mursi devrildi. Türkiye'de Erdoğan hala iktidar, ancak seçimler gelecek yıl.

ABD'nin yeni düşmanı aramasına gerek yok bence, çünkü o düşman kendiliğinden ortaya çıktı. Hem de, Suriye'de, Ukrayna'da, tek bir asker bile feda etmeden istediği her şeyi alarak net bir şekilde çıktı ABD'nin karşısına. Rusya'dan bahsediyorum.


Site Haritası için tıklayın
0

Ne Şikesi Memleket Elden Gidiyor






Aziz Yıldırım'ın mahkemede savunma yaparken kullandığı bir cümleydi yukarıdaki. Pek kimse anlam verememişti, konuyu saptırmaya çalıştığını iddia edenler olmuştu. Oturup anlamaya çalışan az sayıda insan vardı.


Fenerbahçe taraftarıyım. Ancak şike mevzusuna bakış açım, bir taraftar bakışı değil. 3 Temmuz 2011 günü, başkan içeri alındığında, "şike yaptıysa alsınlar" demiştim.

Şike mahkeme süreci başladı. Mahkemeden çok Yunan tradegyaları gibiydi. Emenike'ye para saydırma görüntüleri, yok tarla ekti, şunu kast etti demeler. İddianamenin tümünü okudum. Kolay değildi, hani benim bu blogdaki yazılarıma uzun derler bazen, onlar uzun yazı görmemiş:)

Kitap okumayı severim. Ama, misal, Dan Brown'un Da Vinci Şifresi ve takip eden kitaplarında olduğu gibi, kurgu yapmak için kendini fazlaca zorlayan yazarların kitaplarını asla bitiremem, sıkılırım. Bu iddianame Dan Brown'u bile arattı bana. Fazlasıyla kurgusal ve zorlamaydı.

Dava süreci ilerledi, suçlamalar iddialar, avukatlar talep dahi etmeden azalmaya, azalmaya azalmaya başladı. Az daha zorlasalar, pardon başkan yanlış yaptık deyip bırakacaklar. En sonunda bir yerlerden bağladılar konuyu. 

Velhasıl kelam, dava süreci devam ederken Mehmet Ali Aydınlar'ı TFF Başkanı yaptılar. Bu şahıs, ortada ne mahkeme kararı ne başka bir şey varken Avrupa Kupalarından men etti. Efendim gider de şike onaylanırsa ağır ceza yermişiz. Ya onaylanmazsa? Bir yerden garantiniz mi var. UEFA'ya, bunlar şike yapmıştır diye raporlama yapan o dönemki TFF başkan yetkilisinin sonradan GS yönetim kurulu üyesi olduğuna değinmiyorum bile.

Fenerbahçe Spor Klubü halka açık bir ortaklıktır. Net bir ceza olmadan bırakalım sportif boyutunu, iktisadi anlamda böyle bir engelleme yapamazsınız demedi, sadece klüp değil yatırımcılar da zarar görür demedi, hiç kimse. Camiamız hariç. 

Ertesi sene Uefa'ya gitti Fenerbahçe, yarı final oynadı. Ne oldu? men edildik mi Avrupa'dan. E o zaman o kayıp yılın bedelini kim ödeyecek klube ve yatırımcılara? Hiç kimse sormadı. Camiamız hariç.

Mehmet Ali Aydınlar'ı sonraki zamanda Fenerbahçe Başkan Adayı olarak gördük. Kimin desteklediği bir adaydı. Bkz: Son Genel Kurul Öncesi ses kayıtları.

Benim her ortamda net savunduğum görüş şuydu. Bu şike suçu işlendiyse, sportif anlamda cezası bellidir. Bir alt lig. Anında düşürsünler bizi. Hep bunu savundum. Camia da bunu savundu. Düşürmediler. E neden, şike suçu varsa düşür, yoksa, yok de, hem var de hem ligde tut, bu ne?

Bu paragrafı dileyen okumayabilir, yine belki bir komplo teorisi kendimce. Ancak, veriler, net. Galatasaray Futbol Kulübü, Fenerbahçe'nin şampiyon olduğu sene ligden düşmeme mücadelesi verdi. Stadı henüz bitmemişti, borçları dağ gibiydi. Borsadaki hissesinin adı GSRAY  değil ABCD hissesi olsa, gözaltı pazarındaydı. Hepimiz az çok anlıyoruz borsadan. Yanlış mı? Fenerbahçe'de üç temmuz süreci başladıktan sonra, Gsray borsada akla zarar bir operasyon yaptı, binlerce Ky'nin ocağını söndürdü. SPK, izledi. O süreçte stadları açıldı, Başbakan stada geldi. Stadda yuhalandı. Açın Youtube'u izleyin, Adnan Polat'ın o andaki yüz ifadesini. Adnan Polat bir sonraki seçimde başkanlıktan oldu. Oldu olmasına da daha sonra mahkemede o seçim ile ilgili bir karar çıktı, usülüne ilişkin. Sonra ne oldu bilmiyorum. Aysal hala başkan olduğuna göre bir şey olmamış:) Gsray, dikensiz gül bahçesinde yaptığı ky vurgunuyla çilek falan toplamaya başladı, yuhalayan Gsray seyircisi artık yuhalamıyordu. Stad da neredeyse devletin hediyesi oldu. Tesadüf müydü? Gezi olaylarında bir İstanbul United ruhu oluşmuştu. Bu birliktelikten ayrılan tek bir grup oldu, Ultraslan. Tesadüf müydü. Bence değildi. Ama hep bence bunlar, klübümü bağlamaz.

Burada bir yazımda Türkiye'de üç büyük örgüt var demiştim. AKP, cemaat, Fenerbahçe. İlk ikisi 3.'yü ele geçirmek istediler demiştim, çünkü sadece orası vardı el atamadıkları. (Başbakan ile Fikret Orman'ın Çarşı konuşmasını tapelerden duyunca bu netleşti. Çarşı candır, ayrı tutarım:) ) Az çok bu konuları bilen biri, klişe deyimle futbolun asla futbol olmadığını bilir. Dolayısıyla ülke böylesine bir süreçteyken, Fenerbahçe konusunda dağıtılan kartlarda joker, vale vs belliyken. Camiamızın 3 yıldır bas bas bağırdığı isimler kendi aralarındaki kaset savaşlarında bizim iddialarımızı kanıtlandırmışken, yerleştirin Mehmet Ali Aydınlar'ı, Erdoğan'ı Fetullah Gülen'i kim joker kim vale kim papaz, istediğinizi seçin. Kağıtların As'ı bellidir; tek bir geri adım atmayan Aziz Yıldırım. İster hoşunuza gider, ister gitmez:)

Futbol temiz mi peki? değil elbet. 

Ama bir temizlik taraması yapacaksak, x bir tarihi başlangıç baz alıp tüm klüpleri tarayalım, adalet anlayışı bunu gerektirir.






0

Yolsuzluk ve Kendimize Sormamiz Gerekenler




Son seçimlerde açıkça görülen "yolsuzluk yapana destek olmayı sürdürmek" konusuna biraz farklı bir açıdan bakmak istiyorum.

Artık tekrara girecek belki ama, yolsuzluk mevzusu; seçimleri etkilemek, ya da hükümeti değiştirmek için bir gerekçe olmaktan, AKP iktidarından önce, hatta AKP henüz yokken çıktı. Ben 80 sonrasına şahit oldum. Öncesini sadece kitaplardan dergilerden ya da büyüklerimden duyduğum kadarıyla biliyorum.

1980 sonrasında, ülkeye hayali ihracat diye bir kavramı sokan, benim memurum işini bilir diyen bir zihniyet uzun süre tek parti olarak hükümette kaldı. O gidince, yeğenlerinin ismi onlarca şaibeli işe karışmış başka bir Başbakan geldi. O cumhurbaşkanı oldu, yerine Çiller geldi. Oğulları, eşi ve kendisi hakkında ağır yolsuzluk iddiaları olan biriydi kendisi. Sonra Refahyol geldi, Başbakan olan Erbakan'ın 50 kilo altın meselesi ve Süleyman Mercümek olayı hala akıllarda. Anasol-D geldi, Ecevit Başbakan oldu, sonrasında AKP.

Halkımız, yukarıda saydığım şaibelere pek şaşırmadı, pek tepki vermedi. En çok Ecevit'in makam aracının modeline şaşırdı. Yanlış mıyım.

Şimdi, şu soruyu kendimize sormak gerekecek. Hangimiz, yaptığımız bir işi usulüne uygun yapmayı, küçük kestirme yollar bulmaya tercih ediyoruz. İşleri sonuna kadar kitabına uygun yapmayı seçen kişilerin yüzdesi halkın % kaçıdır? 

Toplumuzda "bal tutan parmağını yalar" gibi bir kabulleniş var mı. Adam servetini hangi yolla yapmış olursa olsun "vay be helal olsun adam yapmış" diyor muyuz demiyor muyuz? Son 12 yılın iktidarı için belki başta bunlar dindar, çalmazlar deniyordu. Ancak bir takım şeyler ilk 17 aralıkta ortaya çıkmadı. Ali Dibo tartışmalarını, Kemal Unakıtan'ı unutmayalım. "Bunlar dindar çalmaz" söylemi, "çalıyorlar ama çalışıyorlar abi" söylemine döndü mü dönmedi mi.

Rüşvet mevzusunda, rüşvet alan birileri varsa, veren de var demektir Ve ülkede sadece Rıza Zerrab vermiyor rüşveti. Peki bu verenler kim, Tamam Rıza Zerrab İranlı ama geri kalan rüşvet verenler Norveç halkı değil, yine biziz. Rüşvetten kasıt illa ki milyon dolarlar değil. Ve rüşvet illa filmlerdeki gibi bir kitabın arasına nakit koymakla verilmez. Bazen işin görülmesi için verilen küçük hediyeler, hatta bazen sen benim şu işimi gör ben de sana şu işte güzellik yapayım demek de buna dahil. Bazen karşılık dahi almadan, hani hatır şikesi derler ya, hatır rüşveti yoğun olarak yapılıyor mu, yapılmıyor mu? 

Vurgulamaya çalıştığım şey, toplum bu kavrama kendi içinde yabancı mı değil mi. Yabancı değil derseniz, yolsuzluk yapan ve sürdüren bir iktidarın destek almasına şaşırmaya devam etmeli miyiz?

Tekrar vurguluyorum, yazım belli bir kesime yönelik değil, sadece yukarıda değindiğim soruları herkes kendine bir kez sorsa, ne demek istediğim muhtemelen daha net anlaşılır.



Site Haritası için tıklayın
0
Google
Bumerang - Yazarkafe

Blog Arşivi

91, "Dokuz", rakamla.

91, "Dokuz", rakamla.